Bu yazının gelişimi için tuşlara basarken çok hassas bir konuda yazdığımın farkındayım elbette.
Bu konuyu yazarken etkilenmemek adına iki gündür gazete yorumlarına pek bakmıyorum.
İstifa etmek , görevi bırakıp gitmek…bazen hayatımızı değiştirmek adına bazen zorlandığımız zamanlarda….Evet herkes kendi kararlarında özgürdür ama bazı insanlar hayır, hayır , hayır…..
İnanılması gereken gerçekler vardır:
1. Kurumlar, makamlar ve koltuklar kimseye ait değildir; kimseler oralarda ebedi değildir.
2. Üstümüze düşeni en iyi şekilde yapmak zorundayız; yolumuza engeller çıksa bile….
Bu ülkenin çoğunluğu ordusuna tapar; ordusuna güvenir inanın ki hala böyledir. Çünkü ordumuz bizim bağrımızdan çıkmıştır; bizimdir. Ayrıca ülkemizin jeopolitik ve siyasi konjüktürü açısından bakacak olursak ta sevmenin dışında ordumuz bizim sigortamızdır. Çevremizde ve uzağımızda yer alan bir çok olumsuz ve çıkarcı istek sahiplerinin ordumuzdan , gücünden ve yapabileceklerinden korkmadığını kim diyebilir ki? Peki bizim için güvence olduğunu kim kabul etmez ki?
Ve şimdi kim bilir kimler gözleri pırıl pırıl ellerini ovuşturuyor; ordumuzun aldığı bu onulmaz yara için. Bir değerimiz daha ellerimizden kayıp gidiyor (mu)?
Şimdi başa istifa konusuna dönersek:
Evet koşullar uymadı, gelişmeler sizi rahatsız etti ancak: Sizler bu vatanın , bu milletin komutanlarısınız. Gelip geçici koltuk sahibi insanların değil. İstifa ederken bunu düşündünüz mü? Sizleri istifa kararına getiren noktaları bizlere yansıtıldığı kadar biliyoruz. Bir neden tutuklu bulunan komutanlarımızın emekli edilme düşüncesi imiş. Gündeme gelecekmiş. Bu olabilir; ters düştüğünüz başka noktalar da olabilir. Ancak öğrendiğime göre YAŞ kararları oylama ile alınıyor. Elbette farklı yetkiler de mevcuttur. Ancak kararların oy ile alındığı bir ŞURA’DAN neden oylarınızı eksik kıldınız ve bugün toplanacak YAŞ koltuklarında neden ASKERİ OYLARI eksilttiniz. İşte budur kafama takılan. NEDEN? Karar düşündüğünüzün tersine çıksa bile koyardınız şerhinizi siz de….Kafama takılan sorular bunlardır. NEDEN?
Akan su aktı geriye çevrilmez DEĞERLİ KOMUTANLARIM. Ama şimdi sizlere yeni bir görev düşüyor: Açıklamalar; bilmediğimiz sizin bildiğiniz ne varsa ülke adına ülkeye zarar vermeyecek şekilde açıklama yapmak. O zaman bir anlamı olur istifalarınızın.
Bakın suçlamalar var TÜRK ORDUSU hakkında: Kendini yenileyemedi diyorlar, halka kapalı kaldı diyorlar, sınırların dışına çıktı diyorlar, çıkamadı diyorlar…..
Şimdi artık konuşmanızı engelleyen ne var ki? Ya da konuşunca ORDU KONUŞTU diyemez kimse.
Şimdi yapmanız gereken artık: İnançlarınızı; fikirlerinizi, ülke hakkındaki görüşlerinizi dile getirmek, kaleme kağıda dökmek…..
Madem kurumları sahiplenmediniz ya da sahiplenemediniz; şimdi kalemi kağıdı sahiplenin; ülkeyi sahiplenin de düşün yollara……Düşün de görün, gezin, anlayın ama bunu siyasete dökmeden; yani milletvekilliği ya da parti kurma hevesi gütmeden; sadece akil insanlar olarak; sadece akıl üretmek ve paylaşmak için yapın. Akıl olun, hoca olun, sevgi olun, danışsan olun, danışılan olun. Ortada tarafsız durarak; sadece MUSTAFA KEMAL ASKERLERİ olarak. Düşün yollara; bu ülke ayrımsız hepimizin…….şimdi siz daha da özgür ama bilinçli…..
Şimdi bildiklerinizi; özgürlüğünüz ile birleştirip; anlama, görme ve anlatma zamanı…..TARAFSIZCA; VATAN AŞKIYLA…..DOĞRUYA DOĞRU; EĞRİYE EĞRİ DEMEK DÜŞER ŞİMDİ SİZLERE….ORDU İÇİN; TUTUKLU KOMUTANLAR VE DİĞERLERİ İÇİN, KENDİNİZ İÇİN TÜM BU ÜLKE HALKI İÇİN……
BUDUR BU OLMALIDIR YOLUNUZ ARTIK……
1.08.2011 12.58
Biraz Düşünün.. | Tolga Denizhan | 2011-08-03 12:58:49 |
Asker ve darbeleri ya da ‘askeri vesayet’, demokrasinin ikinci sınıf kalmasında belirleyici rol oynadı. Şimdi bu sistem çözülüyor. Türkiye, Ak Parti iktidarıyla birlikte hukukun üstünlüğünü sevmeyen bu sistemin çözülüşünü ve sancılarını yaşıyor. Asker, Türkiye’yi hep koskocaman bir kışla olarak gördü. Bu kışlada disiplin olacaktı. Tek tip insan olacaktı. Tek tip düşünce olacaktı Herkes Atatürkçü olacaktı bu kışlada. Herkes Türk olacaktı. Farklılığa izin yoktu. Bu kışla, torna tezgâhı gibi çalışacaktı. Elinde çekiç olan, nasıl her şeyi çakılacak çivi gibi görürse, asker de tankla, topla her şeyi tepeden bastırarak şekillendireceğini sandı. Kurtarıcı olarak gördü kendisini. ‘Sivil’e, hele politikacıya hiç güven olmazdı. Askerin gözünde ‘başıbozuk takımı’ydı siviller... Toplum da kendi başına bırakılamazdı. Kız ya davulcu ya da zurnacıya gider misalindeki gibi, toplumun başında da hep eli sopalı, silahlı bir gücün olması gerekirdi. O güç de askerdi. Asker, topluma hep hiç büyümeyen çocuk muamelesi yaptı. Halkın seçim sandığına yansıyan iradesinden hiç hoşlanmadı. Milletin oyuna derin kuşku besledi. Gerçek onun tekelindeydi Doğruları ancak o bilirdi. Bunlardan sapılmaması için kırmızı çizgiler çekti siyasetin etrafına. Siyaseti dar alana hapsetti. ‘Büyük kararlar’ı her zaman kendine ayırdı, ‘küçükler’i ise lütfen siyasetçilere bıraktı. Siyasetçileri hep küçümsedi. Halka ‘tepe’den baktı. Özellikle 1960’taki 27 Mayıs darbesinden sonra toplumdan kendisini gitgide tecrit etti. Bir fildişi kule inşa etti, onun içine çekildi. Askerin dünyası ayrıcalıklı bir dünyaydı. Lojmanlarıyla, yaz kamplarıyla, hastaneleriyle, alışveriş merkezleriyle, OYAK’larıyla, güvenlikli alanlarıyla, hatta kendi yargı düzenleriyle, mahkemeleriyle gerçekten ayrıcalıklı bir dünyaydı. Asker bu dünyasına, kendi ‘sırça köşkü’ne çekildiği için toplumdan kopmaya başladı. Dünya ve Türkiye’deki ‘değişim’i özellikle soğuk savaş sonrasında okuyamadı. Miadı dolmuş ‘ezberleri’ni yenilemediği için değişimi anlayamadı. Ve ‘değişim’den korktu. Her şeyi kendi ‘ezberi’nin penceresinden görmeye, her şeyi kendi ‘klişesi’ne göre değerlendirmeye çalıştığı için toplumsal gelişme ve farklılaşmalar askeri korkuttu. Çünkü onun dünyası ‘kışla’ydı. Emir demiri keser dünyasıydı. ‘Torna tezgâhı’ndan çıkmış, tek tip saç tıraşı olmuş, tek tip giyinmiş, tek tip düşünen, hiç sorgulamayan, emredersin komutanım diye bağıran emir kullarının dünyasıydı askerin dünyası... Asker, bu ‘kışla düzeni’ni Türkiye’nin sırtına da giydirmeye çalıştı. Bunun için çizdiği ‘kırmızı çizgiler’in çiğnendiğine inandığı zamanlar, tıpkı kışladaki gibi mıntıka temizliği yaptı Türkiye’de. Tankları yürüttü. Muhtıralar verdi. İdam sehpaları kurdu. Siyaset yasakları koydu. Kısacası: Sandıkla geleni silahla götürdü! Kaç kez yaşandı bu. Her seferinde de, anayasal ve yasal düzenlemelerle sivil siyasetin alanını biraz daha daralttı, kendi ‘kırmızı çizgileri’ni biraz daha koyulttu ve rejimin tepesindeki kendi konumunu biraz daha güçlendirdi. Bunun adı, ‘askeri vesayet’ti. Eli silahlı bir siyasal parti gibi, devlet içinde devlet gibi hareket etti asker. Seçimle gelmiş sivil otoritenin yetki alanı içinde olan, olması gereken bazı temel konular ya da sorunlar, Genelkurmay karargâhında her zaman en geniş şekilde izlendi, son söz söylendi. Yıllar boyu hiç değişmedi bu. Asker, darbe dönemlerinde yargıyla, üniversiteyle, sivil bürokrasiyle oluşturduğu -kurumsal olan ya da olmayan- bağlarla hükümetleri, meclisleri her zaman kontrol altında tuttu. Bir başka deyişle: Demokrasilerde tam tersi geçerliyken, Türkiye’de devlet, halkın oyuyla gelen organlardan her zaman daha güçlü oldu. Bu çekirdeğin içindeyse asker vardı, elinde silahıyla... Kürt sorunu askerin tekelindeydi. Kıbrıs’ta son söz onundu. Avrupa Birliği’nde durum pek farklı değildi. Üniversite düzenini 12 Eylül’de YÖK’le kışla düzenine çeviren oydu. Yargıya ilişkin düzenlemelerin kritik düğümlerini hep asker attı ya da attırdı. İnsan haklarıyla özgürlüklerin kolunu kanadını kıran adımların arkasında duran güç de askerden başkası değildi. Kısacası: Asker ve darbeleri -ya da askeri vesayet- Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin ikinci sınıf kalmasında belirleyici rol oynadı. Şimdi bu sistem çözülüyor. Türkiye, 2000’li yıllarda Ak Parti iktidarıyla birlikte demokrasi ve ‘hukukun üstünlüğü’nü sevmeyen bu sistemin çözülüşünü ve sancılarını yaşıyor. | ||
Selamlar.. Sorularınızın yanıtı; | Mahir Çayan GÜNGÖR | 2011-08-01 20:56:38 |
• SUÇLAR: o Hukuka ve vicdana aykırı tutuklamalar yapılıyor. o TSK’nin terfilerine yasadışı müdahaleler yapılıyor. o TSK bir suç teşkilatı olarak gösteriliyor. o Millet, kendi silahlı kuvvetlerine karşı kışkırtılıyor. o Genelkurmay Başkanı’nın görev ve sorumluluğunu yerine getirmesi önleniyor. • SUÇLULAR: o Hukuka ve vicdana aykırı tutuklamaları yapanlar, o TSK’nin terfilerine, bu yasadışı tutuklamalar yoluyla müdahale edenler, o TSK’yi bir “suç teşkilatı” olarak gösterenler, o Milleti, TSK’ye karşı kışkırtanlar, o Bütün bu uygulamaları, girişimlere rağmen önlemeyen “yetkili makamlar”, yani Genelkurmay Başkanı’nın muhatapları olan Başbakan ve Cumhurbaşkanı koltuğunda oturanlar. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, bugün Silivri Cezaevinden bir basın açıklaması yaparak, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ve Kuvvet Komutanlarının istifalarını değerlendirdi. Perinçek’in açıklaması şöyle; Org. Işık Koşaner, Genelkurmay Başkanlığı’ndan istifa ederken yayınladığı veda mektubuyla yeni komuta kademesine iki önemli ölçü bırakmıştır. İKİ ÖLÇÜ Birincisi, bir “Onurlu Komutan Tanımı” yapmıştır. İkincisi ve daha önemlisi, bir Eylem Kılavuzu teslim etmiştir. Her iki ölçü de, yazılıdır; resmi kayıtlara girmiştir. ONURLU KOMUTAN TANIMI Org. Koşaner’in Onurlu Komutan tanımı şöyledir: - Komutan, silah arkadaşlarının “hukuka ve vicdani değerlere” aykırı olarak tutuklanmasına teslim olamaz. - Komutan, TSK’nin “bir suç teşkilatı” olarak gösterilmesine boyun eğemez. - Komutan, “her türlü yalan haber ve iftiralarla” Türk milletinin “kendi silahlı kuvvetlerine karşı” kışkırtılmasına sessiz kalamaz. EYLEM KILAVUZU Org. Koşaner, yalnız Onurlu Komutan tanımıyla yetinmemiş, aynı zamanda yeni Komuta Kademesine, bir eylem kılavuzu da bırakmıştır. Komutan, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alan bütün bu uygulamaların “önlenmesi” için “yetkili makamlar nezdinde” girişimlerde bulunur. Eğer bu “girişimler” dikkate alınmazsa, “sorumluluğunu yerine getirmek” için uygun eylemi yapar. Uygun eylem, her koşulda elbette yeniden tanımlanacaktır. BİLDİRİ Org. Işık Koşaner, daha önceki 3 Genelkurmay Başkanı (Özkök, Büyükanıt, Başbuğ) gibi, iktidar sahipleri önünde madalya taksınlar diye eğilmemiştir. Görevinden, başı dimdik, tarihi bir bildiri yayınlayarak ayrılmıştır. “Uyarı” hafif kalır, Türk Ordusuna karşı tertiplere devam edenlere “yeter artık” denmektedir. GAFİLLER ANLAYAMAZ Deliğe süpürülmekten başka yetkisi olmayanlar anlayamaz. Ama okuma yazması olanlar, bu bildirinin bir suç duyurusu olduğunu görmüşlerdir. Anlamayan, yalnız BOP Eşbaşkanlığı değildir. Neo-CHP yönetimi de, komutanlardan “istifa gerekçesi” talep ederek, Koşaner’in veda mektubunu hiç ama hiç anlamadığını sergilemiştir. Kılıçdaroğlu’nun kendisi yazdığı halde, bu açıklamayı başka bir CHP yetkilisine okutması, saklanma ihtiyacını yansıtmıştır. Kılıçdaroğlu, AKP kuyruğundaki her açılımını, bir başka CHP yöneticisi aracılığıyla sahnelemektedir. İktidar ve muhalefetteki gafiller, ister anlamasınlar, ister anlamazlıktan gelsinler, Org. Koşaner bir iddianame yazmıştır. SUÇLAR Org. Koşaner’in bir bir saptadığı suçlar şunlardır: 1. Hukuka ve vicdana aykırı tutuklamalar yapılıyor. 2. TSK’nin terfilerine yasadışı müdahaleler yapılıyor. 3. TSK bir suç teşkilatı olarak gösteriliyor. 4. Millet, kendi silahlı kuvvetlerine karşı kışkırtılıyor. 5. Genelkurmay Başkanı’nın görev ve sorumluluğunu yerine getirmesi önleniyor. SUÇLULAR Org. Koşaner, suçları saptamakla yetinmemektedir; bu suçları işleyenleri de tutanağa yazmaktadır: - Hukuka ve vicdana aykırı tutuklamaları yapanlar, - TSK’nin terfilerine, bu yasadışı tutuklamalar yoluyla müdahale edenler, - TSK’yi bir “suç teşkilatı” olarak gösterenler, - Milleti, TSK’ye karşı kışkırtanlar, - Bütün bu uygulamaları, girişimlere rağmen önlemeyen “yetkili makamlar”, yani Genelkurmay Başkanı’nın muhatapları olan Başbakan ve Cumhurbaşkanı koltuğunda oturanlar. KOMUTANLARIN SORUMLULUĞU Bundan sonra Türk milleti, görevi teslim alan Org. Necdet Özel’i, komutanı Org. Işık Koşaner’in ölçüleriyle değerlendirecektir. Komutan onurunun ölçüsü konmuştur. Daha önemlisi, iktidar sahiplerinin Türk Ordusuna ve Türk milletine karşı tertip ve kışkırtmalarına artık boyun eğilmeyeceği ölçüsü de konmuştur. Türk Ordusu, vatanı bölen, Cumhuriyeti yıkan büyük tertip karşısında milletiyle sımsıkı birleşmek durumundadır. |