MUSTAFA BALBAY VE OKUMAK
Yıllar çok yıllar önce idi;
Televizyonda yaptığım ‘ OKUYOR MUSUNUZ? ‘ isimli Kitap programı için yaptık bu söyleşiyi Sevgili Mustafa BALBAY ile….
Ve bu söyleşinin içeriğinde kendisinin de dediği gibi; Türkiye’ de değişen bir şeyler olsa da değişmeyen çok fazla….
Hala kalem korkutuyor bizi; hala hala gazeteci olmak zor bir zanaat…….
Tutuklanma; göz altı mahpus damı……..
Yıllar sonra dönüp geriye baktığımızda ne düşüneceğiz acaba?
İşte söyleşi yılların içinden süzülüp gelen:
fotoğraf: burdur-güney.de.tl
Antalya’ ya hoş geldiniz diyorum Sayın Balbay; ve hemen soruyorum: Türkiye ‘ de köşe yazarı olmak nasıl bir duygu?
MB…Bir defa çok kolay. Onlarca konu var, seçip seçip yazıyorsunuz. Onun için belki Türkiye gazeteciler için bir cennet, bir yanı bu. Bir başka yanı da Türkiye ‘de insan emeğinin en çok boşa gittiği alanlardan biri de köşe yazarlığıdır. Çünkü sürekli yazıp bir sonuç getirmesini istiyorsunuz. Ama yıllar boyu aynı sorunları yazıp duruyorsunuz. Zaman zaman İlhan Selçuk ile konuştuğumuzda da şunu söyler: ‘’Balbay 30 yıl önceki bir yazımı alıp koysam tıpkı bugünkü sorunlar’ der. Tabi bir ülkenin sorunları o ülkenin aydının gazetecisinin de sorunları. Uzun süre çözülmezlerse o ülkenin gazetecileri ve aydınlarının kendileri için de bir sorun olup çıkıyorlar.
YA…Evet. Peki Mustafa Balbay bugün bulunduğu güzel noktaya hangi aşamalardan geçerek geldi? Bize kısaca Mustafa Balbay’ ı tanıtabilir misiniz? Şöyle biraz eskilerden bugüne doğru gelerek nerede doğdu, kimdir? Bilmeyenler de öğrensin..
MB…Torosların eteğinde Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı güzel bir köyde doğdum. İlkokulu orada bitirdim. 1971 depreminden sonra öğretmen amcam ile birlikte Nazilli’ye gittim, ortaokulu orada bitirdim. Ege Üniversitesi ‘ne gittim. 1977 yılında Sosyal Bilimleri çok seviyordum. Birden ikiye geçerken herkes fen bilimlerini seçiyordu, ben sosyal bilimleri seçtim. Niçin diye sordu hocam, sen büyüyünce çok başarılı olacaktın, neden sosyal bilimleri seçtin? Ben şaşırdım, hocam sosyal bilimler başarısız olmayı mı gerektirir
Dedim, işte o gün biraz tartıştık. Galiba tercihim o gün netleşti. Ondan sonra da kafamda hep sosyal bilimler vardı, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazandığımda da böyle gazetecilik yapmayı zaten kafama koymuştum. Ama mesleğin ilk yılları İzmir ‘de geçti. Üniversitenin dördüncü yılında yerel bir gazetede çalışmaya başladım. Sonra Milliyet’e geçtim. Sonra 1985 yılında Cumhuriyet’e geçtiğimde kendime bir hedef koymuştum. Balbay 40 yaşına geldiğinde bir köşe sahibi olmalısın, senden bunu bekliyorum; haydi aslanım ; falan böyle…. Biraz da kendimi gaza getirerek yani, 40 yaş sınırı çizmiştim. Bu meslekte tabii her gazetecinin hayalinde köşe yazarlığı vardır. Çünkü orası özgür bir sütun, istediğinizi yazabiliyorsunuz, tabii okurla iletişim halinde. İstediğiniz yazabiliyorsunuz derken, Cumhuriyet’ te istediğinizi yazamazsınız. Okur Cumhuriyet okuru eğer biraz tersseniz sizin canınıza okur. Onun için tabi okurla da iletişim içindesiniz ama özgürce kullanabileceğiniz bir alan ve o yüzden de çok istemiştim. Bu tahmin ettiğimden biraz önce 7, 8 yıl önce gerçekleşti. Gerçi 93 te de Cumhuriyet gazetesinde İzmir bürosunda önce istihbarat şefliğim, Ankara’da haber müdürlüğüm, İstanbul’ da haber merkezi müdürlüğü yaptım. 1993 te de Ankara’ya temsilci olarak döndüm. Tabi gazetenin bütün birimlerinde çalışmış olmak çok büyük bir avantaj; köşe yazarlığı için de. Ancak bizi izleyenler arasında tabii ki gençler de vardır. Bugün paneldeki konuşmamda da vurgulamaya çalıştım. Köşe yazarlığımın en büyük pınarı diyeyim dünyayı dolaşmış olmaktır. Her yıl 2-3 yeni ülkeyi görmezsem kendimi suçlu hissediyorum. Bu işe ilk başladığımda ülkeler gezmeyi hiç düşünmemiştim, sadece dünyayı tanımalısın diye düşünmüştüm. Ama şimdi o ülkeleri gördükçe ben dünyada çok küçük olduğumuzu görüyorum, hem de içimize dünyayı sığdırabileceğimizi düşünüyorum. Ve köşe yazarlığımı en çok destekleyen de bu oldu diyebilirim.
Dedim, işte o gün biraz tartıştık. Galiba tercihim o gün netleşti. Ondan sonra da kafamda hep sosyal bilimler vardı, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazandığımda da böyle gazetecilik yapmayı zaten kafama koymuştum. Ama mesleğin ilk yılları İzmir ‘de geçti. Üniversitenin dördüncü yılında yerel bir gazetede çalışmaya başladım. Sonra Milliyet’e geçtim. Sonra 1985 yılında Cumhuriyet’e geçtiğimde kendime bir hedef koymuştum. Balbay 40 yaşına geldiğinde bir köşe sahibi olmalısın, senden bunu bekliyorum; haydi aslanım ; falan böyle…. Biraz da kendimi gaza getirerek yani, 40 yaş sınırı çizmiştim. Bu meslekte tabii her gazetecinin hayalinde köşe yazarlığı vardır. Çünkü orası özgür bir sütun, istediğinizi yazabiliyorsunuz, tabii okurla iletişim halinde. İstediğiniz yazabiliyorsunuz derken, Cumhuriyet’ te istediğinizi yazamazsınız. Okur Cumhuriyet okuru eğer biraz tersseniz sizin canınıza okur. Onun için tabi okurla da iletişim içindesiniz ama özgürce kullanabileceğiniz bir alan ve o yüzden de çok istemiştim. Bu tahmin ettiğimden biraz önce 7, 8 yıl önce gerçekleşti. Gerçi 93 te de Cumhuriyet gazetesinde İzmir bürosunda önce istihbarat şefliğim, Ankara’da haber müdürlüğüm, İstanbul’ da haber merkezi müdürlüğü yaptım. 1993 te de Ankara’ya temsilci olarak döndüm. Tabi gazetenin bütün birimlerinde çalışmış olmak çok büyük bir avantaj; köşe yazarlığı için de. Ancak bizi izleyenler arasında tabii ki gençler de vardır. Bugün paneldeki konuşmamda da vurgulamaya çalıştım. Köşe yazarlığımın en büyük pınarı diyeyim dünyayı dolaşmış olmaktır. Her yıl 2-3 yeni ülkeyi görmezsem kendimi suçlu hissediyorum. Bu işe ilk başladığımda ülkeler gezmeyi hiç düşünmemiştim, sadece dünyayı tanımalısın diye düşünmüştüm. Ama şimdi o ülkeleri gördükçe ben dünyada çok küçük olduğumuzu görüyorum, hem de içimize dünyayı sığdırabileceğimizi düşünüyorum. Ve köşe yazarlığımı en çok destekleyen de bu oldu diyebilirim.
YA…Evet efendim.Sayın Balbay’ı okuduğunuz zaman ki zamanla alışkanlık olur bugün ne yazmış diye değil; neyi nasıl anlatmış diye merak ediyorum. Yazılarının çok güzel olduğunu belirttikten sonra hemen tabi programımızın klasik sorusu var sırada biliyorsunuz; dünyayı geziyormuş ta acaba okuyor muymuş Mustafa Balbay?
Okuyor musunuz?
Okuyor musunuz?
MB…Evet tabi okuyorum. Şimdi tabi okuma günlük yazı yazanlar için iki yönlüdür. Evde hani bu kitabı bitireyim diye başlayıp bitirdiğiniz kitap ya da kitaplar vardır. Bir de sürekli başvuru kitaplarınız vardır. Bu söyleşiyi gazetedeki odamda yapsaydınız kameraman arkadaş oturacak yer konusunda biraz zorlanırdı. Kameraya biraz başvuru kitapları çarpardı. Toparlamak da zor tabii. Her tarafta biraz kitaplar var ama çoğu okuduğum için değil, başvuru kitabı olarak kullandığım için. Bu Şakir Eczacıbaşı’nın Türkçe’ye kazandırdığı Kitabım, Montaigne’in denemeleri, ….. Azra Erhad’ ın Türkçe’ ye kazandırdığı İlyada ve Heredot tarihi benim çok sevdiğim arada öyle bir açıp okuduğum kitaplardır. Ama şu anda son günlerde okuduğum kitap hatta gelirken de yanıma aldığım kitap bir Boşnak gencinin yazdığı savaşı anlatan ‘Boşnaklar’ diye bir kitap. Çok etkileyici, yıllarca iç içe bir arada yaşamış insanların nasıl bir birlerine düşman olduğunu anlatan bir kitap. Bir birleriyle kız alıp veren insanların bir birlerini nasıl kör testere ile kestiğini anlatan çok çok insancıl ve çok çok vahşi bir kitap. Şu anda elimin altında o var.
YA…Peki efendim, sizi daha çok gençler okuyorlar ve seviyorlar. Onlara da bir mesaj olması açısından niçin okuyalım, niçin okusunlar?
MB…Tabi şimdi bence her kitap arkadaş. Örneğin hani dünyada dersiniz ki 20 tane dostum var, 30 tane arkadaşım var; yok şu kadar tanıdığım var dersiniz. Ben bir kitabı bitirdiğimde şöyle bir sorarım kendime; kaç arkadaşım oldu diye? Yirminin altına düşmez genellikle. Örneğin şu anda bahsettiğim kitapta çoğu hayatta değil arkadaşlarımın. Çünkü orada tanıştığım ve çok kısa hayatlarına tanık olduğum otuza yakın bir hayat tanıdım. Bir defa çoğalmak için okumalı. İkincisi insanın bence yapacağı en uzun yolculuk ve belki de ömrünün sonuna kadar bitirmeyeceği bir yolculuk kendi içindeki yolculuktur. Kendi yolculuğun içindeki araçlardan biri de kitaplardır. Kitaplar, o kitapla birlikte insan her seferinde kendi yaşamış gibi olur. Ve kendi içindeki yolculuğa da çıkar, kendisini tanımasını sağlar diye düşünüyorum. Hani var ya bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Belki onu bana okuduğun kitapları söyle sana kim olduğunu söyleyeyim diye çevirebiliriz, eğer okumaya getirirsek sözü. Özetle çoğalmak diyorum ben insanın okumasına; ve daha çok dost arkadaş edinmek.
YA…Şimdi Sayın Balbay, ben size bir hediye vermek istiyorum. Tabi tahmin etmişsinizdir benim hediyemin ne olabileceğini. Bir kitap. Ama niçin bu kitabı seçtiğimi sizin satırlarınız ile açıklamak istiyorum: ‘ Gazeteciliğin sevdiğim tanımlarından ikisi şudur: Gazeteci yaşadığı çağın yanığıdır. Gazeteci tarih taslağının ilk aşamasını yazar. Bu kitap ileride 2000 yılına girerken Türkiye’nin siyasi yaşamında dönüşlerin ne derecede etkili olduğunu araştırmak isteyen bir kişiye yardımcı olur.’ Efendim bu kitabı belki de okumuşsunuzdur; bilmiyorum ama,
MB…Bu kitabı okumadım. Marguez’ in bir çok kitabı var bende ama bu yok.
YA…’Bir Kaçırılma Öyküsü’. Niçin bu kitap? Çünkü gazetecileri anlatıyor. Siz benden daha iyi biliyorsunuz.
MB…Evet, bizim için bu kitap.
YA…Sayın Balbay bu kitap sizin. Bu defa da biz size imzaladık okuyor musunuz adına. Ama size asıl hediyemiz şu olacak. Sizinle yaptığımız bu söyleşinin yayınlanacağı programda aynı zamanda da bu kitap tanıtılacak, gazetecileri anlattığı için ve kitabın arkasındaki şu satırlar için: ‘ Hemen hepsi gazeteci olan dokuz kişinin ailelerinin, dostlarının onları kaçırıp rehin tutanlar ile yapılan pazarlığı yürüten yetkililerin yaşadıklarını ve hissettiklerini büyük bir ustalıkla ve gazeteci gözüyle ortaya koyuyor.’ İşte bu nedenle hediye etmek için ben bu kitabı seçtim. Çünkü gazeteciliği anlatıyor ve gösteriyor ki gazeteci olmak sadece Türkiye’ de değil dünyanın bir çok ülkesinde çok zor ve çok güzel efendim. Size de söyleşiniz için teşekkür ediyorum. Son söyleyeceğiniz var mı ‘Okuyor musunuz?’ izleyicilerine?
MB…Şimdi son söyleyeceğim konu ile ilgili değil belki ama izin verirseniz söylemek istiyorum. Pek çok kişi Ankara’ ya geldiğinde Anıtkabir’ i ziyaret eder. Atatürk’ün manevi anısı önünde saygı duruşunda bulunur. Ama tam karşıda böyle büyükçe bir bina vardır oraya hiç gitmezler. Orası Atatürk’ ün okuduğu kitaplardan kurulu bir kütüphanedir. Orada dört bini aşkın kitap vardır ve hemen tümünde Atatürk’ün altını çizdiği, kenarını karaladığı, ok çıkardığı, şuna bakmalıyız dediği pek çok bölüm vardır. Gidince orayı da dolaşsınlar derim. Ve ben gençlerle konuşurken, Atatürk en çok ne yaptı diye sorduklarında, en çok okudu diye düşünüyorum ben. Sadece okuduğu kitapların sayısı sekiz bin daha doğrusu kütüphanesinde sekiz bin kitap var. Anadolu’da pek çok kütüphaneden özellikle İstanbul’ dan kitaplar getirtmiş. Sonuç olarak ben diyorum ki Atatürk okudu, okudu ve güzel bir Türkiye ‘de okudu.
YA…Çok sağ olun efendim. Mustafa Balbay çoğalmak için okuyorlarmış
ya sizler okuyor musunuz?
Yorumlar
Aranan kriterlere Uygun kayıt bulunamadı
Yeni Yorum