Şimdi teslimiyet çağındayım. Yanımda kimse yokken olana, acılarımın ilacını sunana, doğru yolu görmem için yalvarana…AŞKLA…
(Ön not: Yazı içinde yanımda olmadığını söylediğim insanlara hiçbir sitemim yoktur. Böyle olması gerekiyormuş. Sadece durum tespiti anlamında yazılmıştır.)
Dün gece müzik dinlediğim yerden çıkmış Ankara sokaklarında evime doğru yürüyordum. Birden durdum gülümsedim; geçmişti sanki… Peki ne zaman, nasıl…
Bazen yüreğiniz çektiği acıya dayanamaz gözyaşlarınız bile akamaz.
Geçen aylar böyle idi benim için. Hatta belli anları saymaz isek yaklaşık 3 yıldır zor yoğun ve girdaplarla geçen bir dönem yaşamaktaydım. Önceki bazı yazılarımda anlatmıştım sizlere; bir kadını gömmüş ve İstanbul’ a yerleşmiştim. Niyetim annem babam ile aynı evi paylaşmaktı. Ama olamadı; emekliydim, yeni anjiyo olmuştum, gelirim azalmıştı. Bir düzen kurdum kendime yeni baştan, alışmaya hatta sevmeye başladım. Bir yandan da Yüksek lisansımı haftada 3 kez Antalya’ ya gidip gelerek bitirdim. Sonra bir sabah uyandım ki iyi hissediyorum; kiralık evimi boşalttım mini bir Türkiye turu yaptım. İnanılmaz dünyevi keyifler ile dolu bir yolculuktu, ama...
Ki ben bazı soruları sormaya çoktan başlamış; AŞKLA sözcüğünün peşine takılmıştım. Ama hala daha anlamamışım…
Sonra ilk darbe geldi babamı kaybettim; uğruna yazılar yazdığım yeşil gözlü adamı. Antalya’ dan İstanbul’ a araba ile gidişimi unutamam. Bir yandan da üzüldüğüm çözemediğim başka konular başlamıştı yaşamımda. Kendimi sorguladığım; cevap aradığım konular. Bu süreçte bana sunulan önemli bir güzellik vardı: Hacettepe İş Sağlığı Doktora öğrencisi olmaya hak kazanmıştım.
Anakara’ da idim; ama babamı kaybetmiş henüz ev bile bulamamış ve yapayalnız. Ve başka acılar da bıçak gibi kalbimde. Kiraladığım evi bile tam göremeden kontrata imza attım. Bahçeye bakmasına ve okuluma yakın olmasına dikkat ettim. Ankara yeni bir kent babamı kaybetmişim ve yanımda olması gerekenler yok; yapayalnızım. Geceleri duş almadan yatağa girmeyen ben dişlerimi bile fırçalamadan gözyaşları içinde seriliyorum. Gündüz giyinip süslenip gülücükler ile okula ve sosyal medyaya gece kendi yalnız cehennemime. Günlerce, haftalarca ve aylarca…………Kimse hiç kimse bu kadın babasını kaybetti; Ankara’ da yalnız demiyor ve ben de kimseyi aramıyorum; arasam da sesim hep mutlu… daha önce de büyük acılarım olmuştu ama yer ayaklarımın altından kaymakta idi…
Sadece ders çalışıyorum, ağlıyorum ve arada tiyatroya gidiyorum… Biraz toparlamış iken ikinci dönem finallerinde annemi de kaybettim. Babamın ölümünde günlerce yemek yiyemeyen ve spora saran ben bu defa da yerimden kalkmadan sürekli bir şeyler yiyorum. Yine Ankara’ da yapayalnız.
Bir girdap bitmeden bir diğeri başlamakta idi… En dipteyim; gidecek daha derin çukur, daha karanlık bir yer yok…geçmişin tüm yara kabukları kalkmış kanamakta…bütün acılar canlanmış ben bir girdaptan diğerine savrulmakta…
Ama yapayalnız değilmişim; bir akşam hatırlamadığım bir akşam yalnız olmadığımı hissettim; sanki dünya evren beni sarıp sarmalıyordu ve bir güç yanımda idi. O gece ellerimi açtım göz yaşları içinde ‘Ya canımı al, ya acılarımı azalt ‘ diye yalvardım. İntihar edemezdim çünkü Allah’ ımın bana verdiği kutsal bir görevim ve borcum vardı: Analık üstelik de yetim bir genç adama…
O gece, o yalvarış sonrası ilk kez biraz huzurlu uyudum. Ve sonra teslim oldum. Çalışmaya; sanata ve dualara sığındım. Evimde bir şefkat rüzgarı esiyordu sanki. Zamanla anladım yalnız değildim; hiç yalnız olmamıştım sadece gönül gözüm kapalıymış. Belki de açılması için bu acılar; bu yalnızlık olmalıymış. Dünyevi zevklerin içinden geçip; girdaplarda dönmem, dönmem gerekiyormuş. Dünyevi dostlardan uzak; yalnız kalınca açılırmış gönül gözü. Döndüm eski yazılarıma anılarıma baktım. Sabahın sesini dinlediğim yıllarıma; AŞKLA yazmaya başladığım zamanlara…Sanki hepsi üst üste konmuş da zaman içinde beni sarmalayacak gümüş iplikli, şefkatli ipek bir şal hazırlanıyormuş yardım isteyeceğim zamanlara…
Hiç yalnız değilmişim aslında; tüm hayatım boyunca yaşadığım her zorluktan ben çıkmamışım; çıkarılmışım…Minnetle secdeye vardım…Şükranlarımı evrene ve yaratıcısına sunmaya çalıştım. Günahlarım ve hatalarım için insan oluşuma sığınıp affedilmenin yüceliğine varmaya çalıştım.
Döndüm arkama baktım yıllar önce yazdığım gibi; kendi hesabımı çıkardım takdire isyan etmeye hakkım olmadığını anladım.
Şimdi teslimiyet çağındayım. Yanımda kimse yokken olana, acılarımın ilacını sunana, doğru yolu görmem için yalvarana…
Evet belki ben iyileşmek için gecelerin kollarına, alkollü içecek bardaklarına koşmadım.
Okudum, yazdım, çalıştım, sanatın kollarına sığındım. Ama yalnız değildim. Ben çağırdıkça şefkati geldi; geldikçe çağırdım, secdeye vardım. BEN ARTIK SONSUZ TESLİMİYET ÇAĞINDA AŞKIN YOLUNDAYDIM. ANLAYANA KOLAY VE ÇİÇEK DOLU; DİKENLER BİLE BİZİM İÇİN… Acılarımı dindirdiği için; ölümü bu yaşamın bir parçası görmemi sağladığı için, sorularıma cevap bulacağım kapıları ve yolları farklı şekillerde yoluma serdiği için…AŞKLA…
Ve şimdi Ankara’ da, gönlüm çalışmakta huzurda; yine kendine İNSANA inanmakta…Suretin varlığına aşık olmakta…
Hala insanım; hala günaha açığım, hala çocuk kalbim…anlatmaya çalıştığım bu süreçte inanılmaz olaylar yaşadım (belki bir gün yazarım) …hala öğrenciyim… ama öğrenmeye hevesliyim…AŞKLA…
01.09.2018
Dr. F. Yonca AYAS
Mezopotamya Prensesi